“ Allah kişi ile kalbi arasına girer “
Farkı fark etmek güzeldir, ama bundan daha güzeli bunun gereğini yerine getirmektir. İşte bu vesileyle bu günkü yazımda inşaAllah, belki de farkı fark etmenin en büyük gerçeklerinden biri olan temel bir konu üzerinde durmaya çalışacağım.
Bu konu yeterince üzerinde durmadığımız ya da çoğu kere dikkate almadığımız, üzerinde tefekkür etmediğimiz bir konu. Evet, “ Allah Azze ve Cellenin kişi ile kalbinin arasına girmesi”. Buna benzer başka ayetler de var. Mesela Allah ( cc) ‘ ın kişiye şah damarından daha yakın olması gibi. “And olsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz, biz ona şah damarından daha yakınız”(Kaf,50/16).
Malumunuz buradaki şah damarı insanın fiziki bir organıdır. Ama bizim konumuz olan kalb ise kan pompalayan bir kalp değil, insanın duygu ve düşünce, plan ve projelerinin oluştuğu, imanın tasdik merkezi olan manevi kalb. Bu yönü itibariyle kalb ayni zamanda aklın ve idrak etmenin de merkezidir. Şimdi konumumuzla ilgili esas ayeti alıp bunun üzerinden düşüncelerimi açıklamak istiyorum:
“Ey İnananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız” (Enfal,8/24).
Aman Yarabbi, ne dikkat çeken, ne muhteşem bir ayet… Hele hele hayatın kitabının hayatta olmadığı böyle bir zaman diliminde… İnsanın doğrudan doğruya kalbine hitap ediyor. Muhatap kim? İnananlar, ben de inandım diyenler… Çünkü iman kuru bir iddiadan ibaret değildir. Mutlaka salih amelle ispatlanmalıdır.
Ne buyuruyor ayet: Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resul’üne uyun! Vahiy her şeyden önce hayattır, hayata hükmeder, canlıdır. Burada hayat vermeyi hem dünyevi hem de uhrevi anlamda düşünebiliriz. Çünkü, vahiy sağlıklı yaşamanın kurallarını ihtiva etmesi cihetiyle insan fıtratına uygun olduğundan biyolojik manada mükemmel bir hayat tarzının müjdecisidir.
Bunun yanı sıra Allah’a ( cc) kulluk bilinci başta olmak üzere her türlü stresten uzak kalarak uhrevi hayatta da Rabbine kavuşma arzusu ve ümidi, ona büyük bir mutluluk ve saadet getirir.
Vahiy ölü kalpleri diriltir. Vahye kulak vermeyenler, vahiysiz hayatı tanzim edenler, Allah ( cc) katında ölü mesabesindedirler. Bu gerçek asla unutulmamalıdır. Burada ayetin ifade tarzında çok önemli bir husus dikkatimizi çekiyor.
Şöyle ki:
Zahiren baktığımızda çağırmak fiili tekil, çağıranlar sanki çoğulmuş gibi algılanabilir. Önce bir durum tespitinde bulunalım: Bu dinin mutlak anlamda sahibi Allah Azze ve Celledir. Bu sebeple çağrıyı yapan bizzat Allah ( cc)’tır. Bu çağrının nasıl yapılacağı konusunda Resul devreye girmektedir. Resul ise Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran, onu temsil ve tebyin eden bir elçidir.
Kısacası Kur’an’ın ayağa kalkmış yürüyen halidir. Yani Kur’an’ı, Kur’an’ı indirenin muradına göre hayata geçiren , Allah( cc)’ın görevlendirdiği mümtaz bir şahsiyetin adı Resul’dür. Dolayısıyla burada bize bir usul ,bir metot da öğretilmektedir.
Zaten zimnen de olsa “Allah ve Resulü” şeklindeki sıralama bize bunu hatırlatmaktadır.
Kalbimizin iki tane temel düşmanı var. Birisi doymak bilmeyen nefis, diğeri de her türlü desise ve planları kullanarak insana vesvese veren şeytan. Bazen bakarsınız kalbimiz güzel olur, bazen de kalbimizde hiç arzu etmediğimiz duygu ve düşünceler hasıl olur. Bu sadece bize mahsus bir olay değil, sahabenin hayatında da görülebilen bir durumdur.
Şimdi sizlere bununla ilgili İslâm tarihinden bir anektod takdim etmek istiyorum:
“ Müslim’in İbnu Mesud( ra)’dan kaydettiği bir rivayete göre “Dediler ki :Ey Allah’ın Resulü, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu ( bilerek ) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih eder.(Bu vesveseler bize zarar verir mi?) Hz. Peygamber (sav): “ Hayır, bu ( korkunuz) gerçek imanın ifadesidir” cevabını verdi.”( Müslim,İman 209 (132); Ebu Dâvud,Edeb 118 (5110).
Gerçekten sahabenin bu konuda ne kadar rahatsız olduğu ortada. Bazen düşünüyorum da böyle bir konumda yapabiliyorsan kalbini çıkarıp at… Heyhat ne gezer… Kalbimize hükmedemiyoruz ki…Peki bu işin bir çaresi yok mu? Allah’ın varsa neyin eksik… Dolayısıyla elbette bu durumun bir ilacı olmalı… Kalbe hükmeden, onu istediği şekilde evirip çeviren Biri olmalı. İşte bu Allah Azze ve Celledir.
Onun için Allah ( cc) kişi ile kalbinin arasına girer ve kalpte oluşan bu olumsuz şeyleri yok eder. Bu, gerek nefisten, gerekse şeytandan olsun kalpte hasıl olan bu vesveseleri en iyi bilen yalnız ve yalnız Allah( cc)’tır. Çünkü Allah Azze ve Celle El-Âlimdir. Çünkü yerde ve gökte hiç bir şey O’na gizli kalmaz (Âliİmran,3/5).
Çünkü, Allah( cc) sadece kalpte hasıl olan vesveseleri değil, ayni zamanda kalpten geçen niyetleri de bilir. Yeter ki biz kendimize düşeni yapalım. Yani Rabbimizin çağrısına ama, fakat demeden kayıtsız şartsız uyalım. Şunu unutmayalım ki şeytan insana düşmanlığı, kendisine görev addetmiştir. Bu sebeple insana değişik yönlerden yaklaşarak nüfuz etmeğe çalışır.
Ben bunlardan sadece ikisini hatırlatıp dua ile yazıma son vermek istiyorum. Mesela, şöyle vesvese verir: Bu kadar ibadet yaptın, sen cennete gitmeyeceksin de kim cennete gider…. deyip Allah’a ( cc) güvenme yerine ibadetleri öne çıkartarak, seni, farkında olmadan nefsine güvendirir. Yani bir tuzaktan seni başka bir tuzağa düşürür. Ya da senin günahın çok, senin işin bitmiştir vesvesesini vererek doğrudan doğruya daha büyük günahlar işlemeye sevk eder.
Dua mü’minin yol azığıdır. Onu kötülüklere karşı korur. En güzel dua edenin duası, bizim de duamız olması dileğiyle…
Ne buyuruyor Peygamberimiz:
Bazen kalbimde bir anlık gaflet hissederim de günde yüz defa tevbe ederim. Rabbim göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsimle baş başa bırakma. Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi senin dinin üzerinde sabit kıl.
Amin, Amin, Amin. Ya Muin…
Selâm ve muhabbetle,
Medut 26 Eki 2024
Allah razı olsun hocam.