Bu yazımda, İslâm’ı yeryüzünde tamamen yok etme noktasında acizliğini anlayan – bilen İslâm düşmanlarının, özellikle günümüzde kurdukları tuzaklar konusundaki düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
Hak ve batıl mücadelesi, “ … Birbirinize düşman olarak inin…” ( Bakara,36) İlahi emri mucibince, Hz. Adem ( as) ve şeytan arasında başlamış, peygamberler ve onlara tâbi olan muvahhid Müslümanlarla, gerek insan ve gerekse cin soyundan oluşan şeytan ve avenesi arasında devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecek olan bir mücadeledir. Bu mücadele zaman ve mekan açısından kısmî değişikliklere uğramışsa da mücadele hiç bitmemiş, Hz. Peygamber döneminde de müşrikler bir çok tuzaklar kurmuşlar, pazarlıklar yapmışlar, alay etmişler, hatta şöyle bile demişler: “ …Siz bize uyun sizin günahlarınızı biz çekelim “ (Ankebut,12). Sonra her türlü eziyet ve işkenceler, ekonomik ambargolar, hatta Rasûlullah’ın( as) hayatına kıymak için çeşitli plan ve desiseler, Habeşistan’a hicretler… vs. Şimdi bu ön hatırlatmadan sonra problemi etraflıca değerlendirmek istiyorum. Bir başka ifadeyle İslam düşmanlarının kavramlar üzerinde, nasıl oynadıkları üzerinde durmak istiyorum.
Önce bir tespitte bulunalım: Herhangi bir sözün doğru ya da yanlış mı olduğuna bakmadan önce, kişinin bu sözü söyleme hakkının olup olmadığına bakmamız lazım. Eğer söyleme hakkı yoksa bunu söyleyen kişi ya da kuruluşların maksatlarını doğru okuyup ona göre tedbirlerimizi almamız gerekir. Şunu iyi bilelim ki bunu yapmadan hemen doğruluk- yanlışlık noktasına konsantre olursak İslam düşmanlarının kayığına binmiş oluruz. Çünkü onlar öyle şeytani oyunlar, öyle tuzaklar kurarlar ki bizi tesir altına alıp etkileyebilirler. Hatta biz kimiz ki Resûlullah’a( as) sundukları teklifler karşısında; Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “ Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık”(İsra,74,75). İşte onların kayığına binmemek için uydurup kullandıkları terminolojileri kullanmamalıyız. Eğer bir konuyu açıklamak için kullanmak zorunda kalırsak tırnak içinde yazarak, mesela “ Ilımlı İslâm “ gibi kullanmalıyız. Şunu unutmayalım ki İslâm düşmanları Kur’an’ı biliyorlar, onun ne kadar sağlam bir kaynak olduğunun da farkındalar. Onların bütün çabası “ Müslümanların ayağını nasıl kaydırabiliriz “ ! Bunun için de kavramlar üzerinde oynuyorlar. Bir takım eklemeler yaparak bütünü parçalayıp ondan sonra da zehirlerini akıtıyorlar.
Şimdi sizlere iki kavram takdim ederek, bu kavramlarla nasıl oynadıklarını yukardaki düşünceler ışığında açıklamak istiyorum. Bu kavramlar “İslâm “ ve “ Müslüman” kavramlarıdır. Öncelikle şunu ifade edeyim ki bu kavramlar her şeyden önce, Rabbimizin Kur’an’da zikrettiği kavramlardır:
“ …Bu gün dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım; sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum…” (Maide 3).
“ O, gerek daha önce ( gelmiş kitaplarda), gerekse bunda ( Kur’an’da) size Müslümanlar adını verdi …”( Hac,78).
Gördüğümüz gibi her iki kavram da bizzat Allah Azze ve Celle ’ye aittir. Dolayısıyla haddini bilen hiç bir insan, Abdullah b. Revaha’nın ikinci Akabe biatında “ Ne azaltırız, ne de çoğaltırız, biz varız “ dediği gibi, bu kelimelerin önüne arkasına herhangi bir kelime eklemez – çıkarmaz ,” İşittik ve itaat ettik “ diyerek Allah’a( cc) olan teslimiyetini ortaya koyar. Peki, bu haddini bilmez hadsizler bunu niçin yaparlar? Müslümanlara faydamız olsun, ya da bizde Müslüman olalım diye değil, tam aksine büyük bir fitne çıkartıp Müslümanları parçalamak, her bir kavrama göre alt gruplar oluşturarak onları birbirine düşürmek, kendileri için en büyük tehlike gördükleri İslâm’ı ,”İslâm “ sözcüğünü de kullanarak ( mesela “ Ilımlı İslâm” gibi) kendilerine zarar vermeyecek hale getirmek isterler. Şimdi bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.
Günümüzde İslâm düşmanlığı bir devlet politikası hâline gelmiş, bununla ilgili bir takım düşünce kuruluşları oluşturulmuştur. Bunların en başta gelenlerinden birisi de ABD’ de bulunan “ RAND Corporation” kuruluşudur. Bu kuruluşun 2003 ‘ de yayınladığı rapora göre insanlar, özellikle İslâm ülkeleri denilen ülkelerde yaşayan insanlar
1.Köktenci- Radikal Müslümanlar
2. Muhafazakâr- Gelenekçi Müslümanlar
3.Modernist- Ilımlı Müslümanlar
4. Laik-Seküler Müslümanlar
Başlıkları altında dört ana gruba ayrılmıştır. Ve yine bu rapora göre” Radikal- Siyasal İslâm’a “ karşı “Ilımlı İslâm” ın desteklenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca yine ABD’de George W. Bush tarafından Amerikan Barış Enstitüsü’ne atanan Daniel Pipes “ Radikal İslâm tehdidine çözüm, ılımlı İslâm’dır” ifadesiyle de ayni şeyin altını çizmiştir. Sadece bu mu? Yakın tarihte Işid’i kurup dünyanın her bir yöresinden, İslâm devleti kuruldu mantalitesiyle saf, temiz Müslümanları bir araya toplayıp sonra onları imha eden, Işid’in zulmünü, İslâm’a mal ederek kötü göstermeye çalışan yine Amerikan projesi değil mi? Bunlar yetmiyormuş gibi bir de orta doğuda uygulamaya kalktıkları B.O.P projesi… Esasen “ Radikal “ ya da “ Siyasal İslâm “ dedikleri bizzat İslâm’ın kendisidir. Çünkü İslâm, sadece kul- Rab ilişkisini değil, aynı zamanda insanlar arasındaki münasebetleri de tanzim eden bir dindir. İşte İslâm düşmanlarının korktuğu tam da budur. Yani yeryüzü İslami hükümlere göre tanzim edilmesin. Bir başka ifadeyle İslâm, siyasetten, devletten, nizamdan bahseden egemen bir din olmasın, müntesipleri de tabir- i caiz ise namazında niyazında! demokrat, hümanist ve laik, başa kim gelirse gelsin onlara tâbi olan bir sürü haline gelsin. Kısacası onların tabiriyle “Ilımlı İslâm” olsun. Buradaki en büyük tehlike, onlara başlarındaki sistem tarafından, böyle yaptığınız takdirde, sizin Müslümanlığınıza, İslamlığınıza zarar gelmez anlayışıdır. Bu bir algı operasyonudur. Fakat ne yazık ki insanlar farkı fark edemiyorlar. Bunun sisteme bir kulluk olduğunun farkında değiller. Böylece insanları sisteme entegre ediyorlar. Bu vesileyle din hakkında bir kaç söz etmek istiyorum. Din ister hak ister batıl olsun her din bir hayat nizamıdır ve bunun tersi de doğrudur. Yani her hayat nizamı da bir dindir. Eğer din olarak hak dini göz önüne alırsak, hayatı düzenleyen kurallar sadece Allah azze ve Celle’ye aittir. İslâm düşmanlarının söyledikleri gibi sadece kalbe sıkıştırılmış, hapsedilmiş vicdani bir kavram değildir. Eğer din olarak batıl dinler kastediliyorsa onların kanun ve nizamları onların dinidir ( Bkz. Yusuf,76).
Sadece Amerika mı? AB ülkeleri ,özellikle İngiltere … İngiltere daha sinsi çalışıyor. Kaleyi içten fethetmek istiyor. Şöylemi: Vaktiyle İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan’da, Seyyid Ahmet Han’ın düşünceleri etrafında, Abdullah Çekrâlevi tarafından oluşturulan cemaatin Kur’an bize yeter diyerek hadisleri reddetme anlayışının ortaya çıkmasında, İngiltere’nin bir projesi olabileceği anlayışını devre dışı bırakabilir miyiz? Aslında Kur’an ayrı bir şey, hadisler ayrı bir şey değildir. Hadis, Kur’an’ın hayata uygulanış şeklidir. Bu uygulanış usulünü de peygambere öğreten bizzat Cebrail ( as)’dır. Dolayısıyla bu usul- metot ilahidir. Bunu dikkate almadığımızda farklı farklı uygulamalar söz konusu olacağı için Kur’an’ın hayata hükmetme fonksiyonu ortadan kalkacak demektir. Bu da İslâm düşmanlarının istediği şeydir. Aslında bunlara Kur’aniyyûn ya da Kur’an’cı dememek lazım. Böyle yaldızlı sözler kullanarak insanları saptırıyorlar. Tam bir İngiliz oyunu… Kur’an’cı nasıl olunur sorusunun cevabını ise, ilk örnek Kur’an neslinin çekirdeğini oluşturan Süheyli Rumi, Bilal’i Habeşi, Selman’ı Farisi ve Habbab b. Eret ‘in şahsında, amellerinde ve Kur’an’a yaklaşım tarzında görebiliriz. Onları bir araya getiren bağ kabilecilik, milliyetçilik ve bölgecilik gibi her türlü cahiliye bağlarını terk ederek sadece inanç ve akideleri idi. Yani inançta tevhid, ümmette vahdet bilinci idi…
Peki biz ne yapmalıyız: En azından oynanan bu oyunların farkında olmalıyız. Çünkü bir problemi çözmenin yarısı onu doğru anlamaktır. Bu çerçevede her şeyden önce sağlam ve sarsılmaz bir akide ve bu akidenin gölgesinde Rabbimizle olan irtibatımızı, kulluk görevimizi en üst düzeyde tutmak… Fıkhî noktalardaki farklı düşüncelerimiz bizi esasta bir ayrılığa götürmemeli… İslâm’a karşı kurulan ve kurulması muhtemel olan tuzaklar konusunda kardeşlerimizi uyarmalı ve tek vücûd halinde İslâm düşmanlarına karşı dimdik ayakta durabilmeliyiz. Tek başımıza kalsak bile hareket stratejimiz böyle olmalı. Bizi öldürseler de ,ne kaybederiz ki , Amir b. Füheyre’nin “ vallahi ben kazandım “ dediği gibi , yine kazanan biz oluruz .Öyle değil mi ?Bizim için şehitlikten daha yüksek bir makam var mı !…Buna rağmen karşımızdaki kişiler , ne kadar azılı İslâm düşmanı da olsalar, onlara İslâm’ı hem halle, hem de dille, en güzel, yumuşak, hikmetli sözlerle ( İlahi emir mucibince Firavuna yapıldığı gibi ,Taha 44) açık ve net bir şekilde tebliğ ve tebyin etmeliyiz. Çünkü biz nefsimizi tatmin etmek için değil, sadece Rabbimizin rızasını kazanmak için gayret gösteriyoruz. Unutmayalım ki amacımız öldürmek değil, ölü kalplerin diriltilmesine vesile olmaktır. Son sözümde şu olsun: Bizim dinimizin adı İslâm, bizim adımız da Müslümandır. Bu Rabbimizin koyduğu isimlerdir. Başımız üstüne, gözümüz üstüne… Herhangi bir ekleme- çıkarma yapmayız, yapanları da reddederiz… Selâm ve muhabbetle