05 Haz 25 - Per 6:04:pm
Koyu Açık

Blog Post

Fikir Yorum > Fikir yorum > Üç Tarz-ı Siyaset: Gazzâlî, Necmeddîn-i Dâye ve İbn Haldun’nun Siyaset Anlayışları

Üç Tarz-ı Siyaset: Gazzâlî, Necmeddîn-i Dâye ve İbn Haldun’nun Siyaset Anlayışları

Gazzâlî, Necmeddîn-i Dâye ve İbn Haldun’nun Siyaset Anlayışları

İslam siyasal düşüncesi içerisinde Gazzâlî (ö. 1111), siyaset ve dinin iç içe olduğu bir yönetim anlayışını savunurken, Necmeddîn-i Dâye (ö. 1256) tasavvufî bir siyaset anlayışı geliştirerek, yöneticinin manevi olgunluğunu merkeze almıştır. İbn Haldun (ö. 1406), devletlerin yükseliş ve çöküş döngüsünü sosyolojik bir bakış açısıyla ele alır. İslam siyasal tarihi açısından bakıldığında kronolojik olarak düşünürlerin mirasının süreklilik ve terk edişlerini incelemek, siyasal bütünlüğü görmemiz açısından faydalı olacaktır.

Devletin Temeli ve Yönetici Anlayış

İslam siyasal teorisinin bir dönüşümünden bahsedecek isek, bunun erken etkilerini Gazzâlî’de görmemiz mümkündür. Gazzâlî tarihsel açıdan Halife’nin zayıfladığı, yerel beylerinin ise güçlendiği bir dönemde yaşamıştır. Eserleri incelendiğinde zaman özellikle Siyasetname’sindeki görüşleri dikkat çekicidir. Devletin (Aslında karşılığı beylik, melik, sultan olan) şeriatı uygulamak için işlevsel varlığı, sonradan Müslüman olan Türk beyleri ile konum değiştirmeye başlamıştı.

Esas olanın devlet olduğu fikrinin Sasani geleneğindeki siyasetnamelerin de etkisiyle yaygınlaştığı görülür. Hocası Cüveynî’ye göre, siyasal konuların bir kısmı zannîdir, yani kesin bir nas ile belirlenmemiştir. Bu nedenle, ulemanın içtihadı ile şekillenir ve zamanla farklı yorumlara açık hale gelir. Nasların kesin bir yönetim biçimi belirlemediği görüşü yaygındır.

Bu konuda Mâverdî,(ö. 450/1058) Cüveynî (ö. 681/1283) ve Gazzâlî gibi âlimler, yönetim şeklinin şartlara ve maslahatlara göre değişebileceğini savunmuşlardır. Zaten, ulemanın var olan siyasal sisteme nasihat verme dışında bir etkisi de söz konusu değildi.

Gazzâlî’den yaklaşık bir asır sonra, Necmeddîn-i Dâye ise, Abbasi halifeliğinin ortadan kalkacağı dönemde; yerel sultanlardan bir halife yaratma çabası içerisindeydi. Moğol istilasından Anadolu’ya sığınmıştı. Klasik İslam teorisinde olduğu gibi, sultanın hem dünyevi hem de uhrevi sorumlulukları beraber işlenmekteydi. Daye’nin tasavvufi görüşten etkilenmesi ve felsefeden ödünç alınan “erdem” kavramı, iktidarın İslami bütünlük içine yeniden dahil edilmeye çalışılmasını ifade etmekteydi.

İbn Haldun’un ise Gazzâlî ve Daye çizgisinde bir düşünür olarak ele alınmaması daha doğru olacaktır. O daha çok tarihsel vakaların neden ve sonuçlarından hareketle devlete biçim ve yön verilmesini sağlamaya çalıştı. “Devletin varlığı insanların varlığının doğal bir sonucuydu”. “Asabiyet (güçlü yerel-cemaat-kavmi bağlar), devletin gücünün ve dolayısıyla varlığının kaynağıydı”. Devletin sağlığı ve devamının bir şartı asabiyeti güçlendirmekti. Yine “devlet”, sultanın kişiliği ve ait olduğu asabiyesi ile açıklanıyordu.

Siyaset ve Din İlişkisi

Siyaset ve din ayrımı, Hristiyanların erken tecrübesinin aksine; İslam dünyasının onuncu yüzyıldan sonra karşılaştığı bir devre olacaktır. Abbasilerin ve Arap dünyasının dışından beylerin güçlenmeye başlaması, bu kavramsallaştırmayı mümkün kılmaya başlayacaktır. Nitekim Gazzâlî’nin eserlerinde sultanın, dini korumakla yükümlü olduğu şeklindeki yeni rolünün hatırlatılmasını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Buna karşın Daye, bu ayrıma karşı durmaya devam etmektedir. Sultanın tasavvufi eğitim ile ruhani öncü rolünün devamlılığı vurgulanmaktadır. Haldun bu iki ulemadan farklı olarak; siyasal olguları sadece dini kavramlar ile açıklamaz. Eserinde görürüz ki, devletin varlığı ve devamlılığı sosyal ve ekonomik faktörler ile de ilişkilendirilmiştir.

Devlet artık doğrudan dine bağımlı araçsal bir formdan çıkmış gibidir. Nitekim devletlerin yükseliş ve çöküşünü ahlak ve dini temellerden inceleyen Gazzâlî ve Daye’nin aksine, Haldun asabiyet ve ekonomik ilkeler ile devletlerin yükseliş ve çöküş ilkelerini ortaya koymaya çalışmıştır.

İslami siyasal düşünüşün peygamberin Medine döneminden sonra aynı kaldığını düşünmek mümkün değildir. Burada esas olan, ulemanın var olan siyasal durum ile uzlaşma kapasitesi ve bunun bir sapma oluşturmadığı düşüncesidir. Elbette bu Sünni olarak ifade edilen dünya için geçerli bir durumdur. Şia, naslara aykırı davrandığı iddiası ile meşru söylemin dışında tutulmuştur.

Gazzâlî ile başlayan var olan siyasal hayat ile uzlaşı sürecini ilkesizlik olarak adlandırmanın, Sünni gelenek içerisinde bir yeri yoktur. Ulemanın siyasal konuları nas alanında değerlendirmemesi, siyaset alanını dönemsel ve uzlaşılabilir bir alan durumuna getirmiştir. Yine de Daye’nin belki de Teymiyye ile birlikte bu anlamda eskiye dönüşü savunmuş olmalarına karşın, güçlü sultan karşısında ulemanın geçmişi ihya etme gibi bir şansının reel olarak kalmadığı görülmüştür.

Haldun’un ise ifade edildiği gibi, burada ideolojik bir tavırda olmadığı görülür. Onun amacı, Kuzey Afrika’da tecrübe edindiği küçük sultanlıkların sürekli yıkılıp yeniden kurulmasının ilkelerini araştırmaktır.

Her düşünürün her çağda vurguladığı adalet, kamusal maslahatlar, toplumun ahlaki olarak da korunması gerektiği gibi önemli ilkeler bu üç tarz açısından da terkedilmiş değildir. Bu noktada değişen denge durumları nedeniyle siyasal otoritenin varlığı kabul edilmek zorunda kalınmışsa da; şeriat hiç bir dönemde terkedilmemiştir.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir