(Yazışmalardan)
Bismillah
Her meyvenin içi, kabuğundan lezzetlidir.
Zahirde görmüş olduğun tantana tendir, ten’e aittir.
Ten kabuktur, posttur…
Sen dost arayacaksın. Can da dosttur.
Yeşil Efendi
İnsanların dış görünüşlerine bakarak onları değerlendirirsen aynı meyvelerin kabuklarını yediğinde olduğu gibi ağzın acı ve kötü tatlar ile dolar.
Onların giydiklerine, görünüşlerine, sözlerine aldanma ÖZÜNE bak. ÖZü tatlı ise dış kabuğu odun bile olsa CEVİZ gibi lezzet alırsın diyor sanırım.
……………………….
Müslüman İlahiyatçının Zihni farklı mı?
Kant, bilim, hukuk, iktisat, sanat gibi değer alanlarını birbirinden ayırıyor; her birini bağımsız bir alan olarak düşünür… Bunların her biri dışardan müdahale edilmeden kendi alanında bağımsız olarak ilerleyecektir. DİN hariç.
Bu demektir ki bağımsız saydığı her alan KENDİ ÖZGÜRLÜğü içinde ilerlerken dine müdahale edebilir yani bu alanlar dini kendi nesneleri olarak kullanabilir.
Günümüz bilim ve sosyal bilim anlayışları bu ön kabul üzerine işler. Bugünün çağdaş bilimler dedikleri alanları dine diledikleri gibi müdahale hakkını kendilerinde görürlerken , dinlerin kendilerine müdahale etmesine kesinlikle karşı çıkarlar.
Peki günümüz teologlarının/ilahiyatçılarının zihni farklı mı çalışmakta? Kendisi çok farkında olmasa da HAYIR!
Onun gözünde muhayyilesinde sözüm ona NESNEL olmak adına, doktorun önünde incelenmek için yatan kadavra gibidir.
FArkında değildir ama DİNE HARİÇTEN bakmaktadır. BU yüzden o hiç bir zaman İslam’ın tanımladığı İLİM EHLİNDeN olamayacaktır.
Abdurrahman Arslan, Zaman Dışı Konuşmalar, s:183
Mandepi dönemini hatırlar mısınız: Bir sürü Bilim Şeysi denen Şam Şempanzesi tipli TV’lere çıkıp Müslümanlara “mandepide DİNLERİNİ NASIL YAŞAMALARI” gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı.
“Camilere gitmeyin, cuma kılmayın, teravihi evde kılın, saf yapmayın, yaparsanız aranıza 1,5 metre mesafe koyun, Anne babanızla görüşmeyin, eve kimseyi kabul etmeyin, hasta ziyareti yapmayın, ölülerini köpek laşesi gibi uzaktan çukura atıp kaçın, büyüklerinizin ellerinden, küçüklerinizin gözlerinden öpmeyin, oruç tutmayın, HAc etmeyin, Umreye gitmeyin ….”
Daha da garibi, anlı şanlı günümüz ilahiyatçıları bu Şam Şempanzelerine “HÖSTT ULEN! Sen kimsin ki MÜSLÜMAN bile olmadığın halde MÜslümanlara DİNLERİNİ nasıl yaşayacaklarını söylüyorsun” diyememiş tam tersine onların söylediklerini, yani Allahsız, kitapsız, gusülsüz, taharetsiz, kafası kıyak “çağdaş” tiplerin söylediklerini VAHİYMİŞ gibi bize tekrarlamışlardı.
Modern Müslüman İlahiyatçılar Allahsız, dinsiz, imansız modern, çağdaş Bilim’le ters düşmeme adına İLİM EHLİ’Nden çok BİLİM ŞEYSİLERİNİN “HIK” deyicisi konumuna düşmüşlerdir, diyor sanırım.
……………..
Tüm dini illüzyon biçimleri gibi…
Dini değerleri sonsuza dek gömdüğümüzü sanarak yerlerine koyduğumuz bu hakikatle bu akılcılık, kısaca bu nesnel gerçeklik, aslında dini değerlerin büyüsünü yitirmiş mirasçılarından başka bir şey değildir.
Bu nedenle nesnel gerçekliğin dünyaya hakim olduğu söylenemeyeceği gibi Tanrısal aşkınlığın tamamen devre dışı kaldığı da söylenemez. Her ne kadar daha çok metaztaslarıyla muhatap olsak da Tanrı dahi tamamen ölmemiştir.
Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh, s:42
TAnrı öldü dediler; DEVLET kılığında karşımıza dikildi.
PUTLARI yaktık dediler, putlar MARKA olup her yeri tuttu.
Cennet Cehennem YOK dediler: Dünyanın bir kısmını CENNET büyük bir kısmını CEHENNEME çevirdiler.
Gibi Şeyler söylüyor sanırım
……………………
Çöküş ve Son
19 Eylül’de başlayan İngiliz saldırıları ile Osmanlının Arap Cephesi çok büyük bir hızla çöktü.
Kudüs’ün 20 km ötesinde bulunan Türk Cephe Sınırı, Şam’ın da kaybıyla Suriye içlerine doğru geriledi.
İlk çarpışmaları saymazsak 560 km boyunca neredeyse tek bir el silah atışı bile yapmadan Türk Birlikleri İngilizlerin önünden geri çekildiler. Ta ki Kilis’e varıncaya kadar.
İngiliz Genelkurmay Başkanı Allenby’nin hatıratından anlaşılan o ki; generalin büyük sıkıntısı kaçan Türk Ordusunu kovalamakta zorlanmasıdır. Çünkü bu kadar hızlı bir çekilişi güvenli bir şekilde takip etmek mümkün değildir.
Osmanlı Birlikleri sadece 38 günde şimdi üzerinde tam 4 devlet bulunan bölgeden Balkan Harbinde olduğundan bile daha hızlı bir şekilde geri çekildi.
Bunun doğal bir süreç olmadığını, düşünülmüş planlanmış bir harekât olduğunu anlamak için kafayı resmi anlatılardan kaldırmak gerekiyor. Türk Ordusuna savunulmaya layık görülen yer bir kaç yıl önce Ermenilerin tehcir edilerek sürüldükleri sınırdan başlamaktadır. Türk ordusunun süngülerini saplayıp savunmaya geçtikleri kerteriz tam da Ermenilerin sürüldükleri noktadır.
Ancak çekilmenin faturası çok büyüktü. Yüz binin üzerinde asker kaybı vardı ki, bu 4 yıllık 1. Dünya Savaşının en ağır kayıptı. On binin üzerin şehit, on beş binin üzerinde yaralı 75 bini aşan esir verilmişti. Bu hesaba şu andaki Türkiye’nin yarısından daha büyük bir toprak parçasının kaybı dahil değildir.
Garip olan şuydu:
İngiltere adına 17 Ekim Sabahı ateşkes anlaşmasına oturan General Townshend’in cebindeki notta Osmanlı’ya dayatılacak şartların ikincisi “Mezopotomya (Irak) ve Suriye’de Osmanlı hükümranlığına bağlı otonom yönetimlerin inşası” idi.
Acaba diyordu Townshend bu maddeyi Osmanlı kabul edecek mi?
Yani Osmanlıya, Irak ve Suriye’de kendisine bağlı bir otonom yapı kurulması teklif edilecek ve kabulü zorlanacaktı.
Ancak Osmanlı Devletinin yeni yöneticilerinin bu bölge ile ilgili hiç bir talebi yoktu. BU bölgeyi tamamen terk etmeye karar vermişlerdi.
Koray Çelik, Devlet Aklı Kimin Aklı, s: 404 (Bu kitaptan son not)
Kitabın iması anladığım kadarı ile şu:
İttihatçılar zihnen yeniktiler ve BAtı’nın ideolojik zokalarını yutmuşlardı.
Böyle büyük bir coğrafyayı ve milletler topluluğunu yönetemeyeceklerini, İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla baş edemeyeceklerini bir arada tutamayacaklarını düşünüyorlardı.
Nasıl olsa bu vatan, bu topraklar BABA malıydı emek verilmeden, kan dökülmeden, miras yoluyla elimize geçmişti, hovardaların gazinolarda baba servetini harcaması gibi CÖMERTÇE(?) harcandı gitti.
Feth etmek için kaç sultanın gayret ettiği, kaç şehidin toprağa düştüğü Koca Balkanları boşaltıp Anadolu’ya çekildiler
Petrol denizi, Türkiye’nin 4-5 katı toprağa sahip Arap dünyasını boşalttılar Kilis’in üstüne çekildiler.
Anadolu’nun kadim halklarını da Ermenileri, Rumları ve diğer küçük toplulukları Anadolu’dan kaçmaya zorlayıp
“KÜÇÜK olsun BENİM olsun” mantığıyla da SAF kılçıksız, sorunsuz, bir TÜRK ulus devleti ortaya çıkarmaya çalıştılar.
Çıka çıka KÜRESEL projelerin elinde oyuncak olmuş bir Sömürge üssü çıktı ortaya, diyor sanırım.