Hz Muhammed Haşim’in torunudur. Haşim deyince şöyle bi duracaksın! Abdulmuttalib de öyle.
Peygamberlerden cariye, köle çocuğu olmadı. Bu bunları aşağılamak değildir.
Huneyn savaşında Müslümanlar ilk kez sayıca çoktu, güçlüydü.. öyle gururluydular ki bu gün bizi kimse yenemez diyordular..
Tuzağa düştüler. Paniğe kapıldılar. Ordunun çoğu savaş alanından kaçtı, kenara çekildi.. Bu iş bitti diyen çoktu..
Savaş meydanında çok az müslüman kaldı.. binler bir birinden kopmuştu.. Düşman öyle planlı saldırıyordu ki kim kimdir tanınmaz oldu. Müslümanlar birbirini kaybetti. rastgele saldırıyordular.. ortalıksa toz dumandı, neredeyse çok yakındaki görülmüyordu..
Peygamber etrafında bir kaç kişi ile bir mevzide savaşıyordu. Bir yandan da gidişatı izliyordu. Bu gidişle çok sürmez öldürülürdü. Çünkü bir düşman kuvveti hızla onlara doğru geliyordu..
Peygamberin yanındakiler azdı. Bir kaçı da bayandı. Bu bayanlar savaşçı kadınlardı.. yanındakilerden biri Abbas’ın oğluydu (adını unuttum, bu oğlan gençti, fakat çok gür bir sesi vardı.. veda hutbesinde de peygamberin sesi duyulsun diye kalabalığın içinden tekrar ediyordu..)
Peygamber buna çık şu devenin üstüne ve bağır:
“Ey Müslümanlar.. vallahi ben Muhammed’im. Abdulmuttalib’in torunuyum. Allah’ın elçisiyim, bu tarafa, bu tarafa!”
Bu ses tüm meydanda yankılandı. Düşman dost herkes duydu. Düşmanlar o tarafa yöneldi ama bir avuç Müslümanda sesin geldiği yöne yöneldi.. ve savaşın kaderi değişti..
Ne diyordu peygamber? “Ben Abdulmuttalib’in torunu Muhammedim..”
Ne demekti bu? Araplar Abdulmuttalib’i nasıl bilirdi ki ismi zikredilmişti..
O savaşta çok fazla ganimet toplandı.. akıllara ziyan.. düşman savaşı kazanmak için çocuklarını ailelerini ve kıymetli neleri varsa tümüyle gelmişti.. yani ölümüne savaşacaklardı..
Peygamber o ganimetleri, cariye ve köleleri Cirane’ye yolladı; çünkü Taife yürüyecekti. Bu savaşta Tariflilerde vardı ama savaşın gidişatı değişince kaçtılar, kalelerine sığındılar..
Neyse.. Taif kuşatıldı ama zafer olmadı..
Cirane’de olanlar enteresandı.. Herkesin gözü ganimetlerdeydi..
Hatırlayın, peygamber Arapların ileri gelenlerini satın aldı onlarla.. Muhacir ve Ensar’a bi şey bırakılmadı..
Ve Ensar’da bir dedikodudur çıktı: uzatmadan acıklı hikayeyi biliyorsunuz.. peygamberin Ensar’ı bir yerde toplayıp konuşması destansıdır.. önemlidir..
Burda da anladık ki asalet başka bir şey..
Kazanılır.. çaba sarf edilir.. istikrar gösterilir..
Avamdan biri vali olduğunda ilkin babasını asar! Çünkü kendini göstermesi lazım, neyini gösterecek, kendinde ne varsa onu.. valilik altı üstü bir ünvan oysa, vali olana bi şey katmaz..
Avrupa’da parayla satılan ünvanlar vardı. yapısal olarak hak edenler başka, bunlar başkaydı..
Bu ünvanı aldın mı sıradışı oluyordun, özel yasaya tabi oluyordun, sınıf atlıyor yukarlara çıkıyordun.. dokunulmaz oluyordun vesselam..
Avam (çiftçi, esnaf, köle, kadın, çocuk) bunları gördü mü önlerinde sıraya dizilir secde ederdi….
Bizde “devletlü” olmak her zaman hak edilmiş bir şey olmak değildi.. devlet güçsüzleştiğinde rüşvetle satın alınırdı.. bu gün torpille gelinen yer.. bizde de bir kez “devletlü” oldun mu artık başka biri oluyordun. Saygın, muteber, imtiyazlı, dokunulmaz… (hala devlet memuru kanunu geçerlidir. Kamu görevindeki birini dava edemezsin, ancak mülki amiri izin verirse olur, bu da çok zordur)
Avrupa’nın ünvanlısı bizdeki “devletlü”dür.. yani iktidar sınıfıdır.. rütbe alan, yükselen. Başkasına bağlı.
Ama aristokrat öyle değil. Bunlar babadan oğula geçen bir imtiyaz. Toprağın var, üzerinde çalışan kölelerin var. Bağımsız ordun ve yargın var.. krala biraz haraç ödüyorsun.. kral dediğinde toprağı ordusu köleleri en fazla olan zaten… Aristokratın özelliği gerektiğinde krala başkaldırmak. Gerekirse savaşmak ve ölmek…. Ünvanlı öyle değil, kralın yalakası…
Bizdeki “devletlü” ile “aristokrat”ın ayrıştığı yer, “devletlü” sultanın adamı. Atanmış. Özerk değil. Başkaldıramaz. Kellesi sultana bağlı…. Bu fark önemli..
Burjuva denen tüccar sınıf, orta üst sınıfta bu katmana tabi.. “aristokrat” özentili görgüsüz, kuralsız, soytarıdır. Çünkü varlığını devlete, devletin kıyağına borçlu..
Burjuva alçak bir sınıftır.. Aristokrat zalimdir falan ama asildir.. Aristokrat yanında çalışanlardan ölene kadar sorumlu, her şeyinden sorumludur; burjuva işçisinden kullandığı saat kadar sorumludur. Gerisine karışmaz… şimdilerde part-time iş, parçalı iş, parça kadar sigorta veriyor. Devlet kıdem tazminatındaysa muaf tutacak… yani burjuva ta bu kadar soysuz ve alçaktır..
Muhafazakâr burjuvayı (İktidarın müteahhitlerini iş adamlarını izleyin görün… Tüsiad zaten malum, devlet beslemesi bir zümredir.. Kentlerdeki odaları, esnaf sanatkar birliklerini izleyin görün.. Odalar borsalar birliğini izleyin görün..)
Bu bahiste bilgiçlik taslamıyoruz. Hava basmıyoruz..
Bunlar bilinecek baba..
kimsin, necisin, ne istiyorsun, ne öneriyorsun bilinecek..
kime karşısın, neye karşısın, niye karşısın bilinecek..
öyle İslamcılık afra tafrası yok! Ucuz dava yok..
Gazzeliler nasıl satılır bileceksin babaaa! Hamas nasıl satılır bileceksin babaaaa!
Avamcılık yok!..
“Vermekte nasıl bir üstün olma niteliği varsa, almada da bir boyun eğme niteliği vardır.”
Veren el ol. Neyin varsa ondan ver. Ama başa kakma..
Asil misin? Asaletin Allah’a inançtan kaynaklı olsun. Çünkü Allah’tan başkasının kulu değilsin, her şeyini Allah’a borçlusun.. Hak etmediğin bir şeyi almışsan seni satın almışlardır…
“Bir başkasına bağlı yaşamak yürekler acısı, berbat bir şeydir.”
“Krallar/devletler hiç bir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar.. Hiç bir kötülük etmezlerse yeterince iyilik yapmış olurlar.”…
Nedir asalet?
“Allah’a güven. İnançlarına bağlılık. Şeri yasalara saygı.. İyilik, cömertlik, dürüstlük, içtenlik.. Gözü peklik. Acılara, açlığa ve ölüme dayanıklılık.. Yürek sağlamlığı. Sözünün eri olmak.”
Neyim var gurban ne vereyüm deme!
Bakarsan çok şeyin olduğunu göreceksin!
Hele bi zengin olam, yükselem, güç temerküz edem gör beni!
Hadi ordan, beş para etmezsin sen! Almaya, boyun eğmeye mahkûmsun.