Selamünaleyküm, değerli Mehmet kardeşim, sizinle değerli Levent kardeşim vesilesiyle tanışmış olduk, amacımız cedel niza değil, hakikate yönelme noktasında yardımlaşmak ve istişare etmektir..
münazarada kusur aranmaz, her daim haklarımız kardeşler olarak birbirimize helaldir…
cevabi yazınızı dikkatle okudum, zihninize ve vukufiyetinize sağlık…
Bugün face sayfamda paylaştığım kısa yazım ile başlamış olayım..
Kur’an’a; hurafekolik tasavvuf güruhunun ve rivayet sultacılarının, mezheblerini, meşreblerini din edinenlerin, ilahiyatçı laikus taifesinin, mesajını-hükümlerini göz ardı edip mushafı kutsayan ahmakların, camilere ve mezarlıklara hapseden diyanet/devlet elitlerinin, tarihselcilerin, modernistlerin, mana ve maksadını örterek metin üzerinde tepinip ruhunu ve hayat bahşeden canlılığını gizleyerek deizme, sekülerizme göz kırpan sözüm ona ”Kur’an’cıların” zarar vermesi söz konusu değildir., zira koruyanı sahibi olan Allah’tır…
Kur’an; teslim olunacak bir kitaptır, teslim alınacak ve sündürülecek bir kitap değildir:
Kur’an; Allah’ın koruması altındadır(15/9), Kur’an mucizedir, önceki elçilere verilen mucizeler göründüğü zaman ve mekânla sınırlıyken, Kur’an zamanlar üstü yaşayan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir mucizedir. Evrenseldir, bir kavme, bir coğrafyaya, bir mekâna, bir sınıfa, bir zümreye, bir zamana değil, kıyamete kadar bütün insanlığa rehber/hayat kitabı olarak gönderilmiştir.
Kur’an, kendi kendini açıklayan/tefsir eden apaçık bir beyandır. Belli bir zümrenin, ruhban sınıfının tekelinde ve yönlendirmesinde değildir, her okuyanın kendi kafasına-beklentilerine, çıkarlarına göre anlam verdiği kapalı bir hitap değil, bilakis ilahi muradı taşıyan apaçık bir beyandır. Hayatın her alanına dair kıstaslar/ölçüler ve ana ilkeler vaaz eder, kapsayıcı/kuşatıcı ve bütüncüldür. Doğruyu yanlıştan (hakla ile batılı) ayıran Furkan’dır (25/1) (8/29)
İlahi bir proje olarak hayata anlam katmak ve hayatı düzenlemek/hayatın tümünü inşa edecek ölçüleri koymak, neyin doğru/güzel neyin yanlış/çirkin olduğunu ayırdedebilmemiz için inzal edilen ayırdedici sözdür,
”Hiç şüphesiz o (Kur’an, hak ile batılı) ayıran bir sözdür. O asla bir hezl-şaka değildir. (86/13,14)
şimdi..
Kur’an’ın yüzlerce meali var ve birbirleriyle tenakuza düşülen çevirilerin olduğu üzerinde uzunca durarak rivayetlerin hayatiliğini birçok örnekler getirerek ifade etmişsiniz, mealler arasındaki kısmi tenakuzlar hadis külliyatının, mezheblerin, reycillerle nakilcilerin arasındaki tenakuzlarının yanında çokk hafif kalır diye düşünmekteyim..
Dile getirdiğiniz gibi ibadetlerin aslı-emri vahiyde bildirilirken namaz gibi nasıl kılınacağına yönelik Resulullahın (a.s) uygulamasına müracaat kaçınılmazdır., zaten ümmetin kahir ekseriyetinde ameli sünnete yönelik çok fazla ihtilaf yoktur ve bu konuda kimsenin aklına vahye arz etme konusu da gelmemiştir, zira; yaşanılagelen ve onbinlerce müslimin ilmel-aynel-hakkel yakin edindikleri konularda sorun yoktur, gerçi abdestin farzında mezhebler arası farklılıklar oluşmuştur, keşke şafi abdestin farzı 6, maliki 7, hanbeli şartlarıyla beraber 10 diyeceklerine., abdestin farzı dörttür ve diğer ilaveleri farz demeyip yapıldığında daha da bereketli olur deselerdi..
mesele ameli sünnete dair aktarımların genelde sorun teşkil etmezken., sözlü ve gayba dair resule nispet edilen alanlarda devasa problemlerin çıkması, mesela; birimauneye gönderilen 70 suffe ehlinden bir kişinin sağ dönmesi ve Resul’ün bu tuzağı bilememesi, ifk hadisesi gibi resulü çok üzen bir konuyu bile önceden kestirip önlem alamaması vs olmasına rağmen Resul’e nispetle kıyamet alametlerinden (vahiy bağteten/apansız olacak demesine rağmen) tutun, mehdi ve deccalin geleceğine dair senaryolar yazılıp Resul’e nispet edilmesini, her meşrebin kendi mehdisini üretmesi olacak şey değildir..
recm ayetinin keçi tarafından yenilmesi, nisa 6 ayetine rağmen resulün Hz Aişe ile 6 yaşında nişanlanıp dokuz yaşında gerdeğe girdirilmesi(rivayetin detaylarını buraya yazmıyorum), mürtedin katli vaciptir, Hz Musa’nın ölüm meleğini bir yumrukla def etmesi (vahiydeki Allah, melek, resul tasavvuruna zıt olmasına rağmen) vs gibi -birkaç örnek vermekle yetineyim- rivayetleri vahye arz ettiğimde onay almamızın mümkünatı yoktur… Vahyin dışında gaybi alana dair konularda aktarılan gelen bütün rivayetlere kendi adıma !? işaretleri koymaktayım… (yazımın sonunda gayb konusuna dair yıllar önce yazdığım makaleyi de ekleyeceğim inş)
”Fitne kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (2-Bakara 193) ayete bagajsız ve teslim olma önceliğiyle yaklaşılsa son derece açık anlaşılır durumdadır…. Medine de Müslimlerin nüfusu genel nüfusun sekizde biri olmasına rağmen İslam devleti kuruldu, bir yerde İslami hükümler cari ise, toplum içinde ifsada teşvik eden içki, kumar, faiz, fuhuş, cana kıyma vs yasaklanmışsa artık orada din/hayatın işleyişi Allah’ın sınırlarına boyun eğmiş ve fitne/kötülüğün aşikarlığı yönüyle ortadan kalkmış demektir ve İslam devletinin hayata taşıdığı kurallara uyan yahudi, hristiyan, müşrik, ateist kimler yaşıyorsa vergilerini öderler ve yaşamaya devam ederler, “gavlenleyyinen” üslubuyla İslam’a davet edilmeye devam edilir amma velakin lailahe illallah demedikleri için öldürülmezler.. maide 48 ayetini bu konuyla ilgili tekraren tefekkürle hatırlayalım derim…
Şu kadarını söylemem sizi rahatsız etmesin lütfen., kafirlere, müşriklere, esir alınanlara, cizye alınacaklara yönelik nasıl davranılacağına dair bunca ayet varken nasıl olurda Rasulullah “la ilahe illallah” deyinceye kadar savaşmakla emrolundum der, diyebilir., savaş ölüm demektir, ölmek ve öldürülmek demektir, Allah aşkına bunca davete/tebliğe dair ayetleri nereye koyacaksınız, yani bir rivayetin kurtarılması adına vahyin apaçık ayetlerini gölgeleme riskini almak hiç doğru bir yaklaşım değildir…
hızlı yazdım, sürçülisan etti isek affola, selam ve dua ile değerli Mehmet kardeşim…
(((RACMEN BİL GAYB/GAYBA TAŞ ATMAK:
”Din” sosunu kullanarak insanları sürüleştirmek ve sömürmek için beyin yamyamları/din tüccarları tarafından öne sürülen öncelikli anlatım gaybı alanlarda adeta tepinmektir, bu durum akıllarını kiraya vermeye ve sürüleşmeye dünden razı olanları cezbeder., zira insanların çoğu zihinsel ter dökmeye, akletmeye, okuyup araştırmaya yönelik çaba sarfetmeyi sevmezler…
Tarih boyunca gayba taş atanların kahir ekseriyeti kendi konumlarını-çarklarını-çıkarlarını korumak ve kurguladıkları iktidar alanlarını genişletebilmek-sürdürebilmek için ispatlanamaz/test edilemez konular üzerinden insanların din’i duygularının üzerinde ‘adeta’ tepinerek emellerine ulaşanlardır.
Gayb: Normal şartlarda kişinin aklı, bilgisi veya duyu organlarıyla bilemediği şeydir. Bu şey, bir duvarın bir perdenin arkasında bile olsa, sayılan yollarla bilemiyorsa, bilinceye kadar kişi için o gaybtır. Buna göreceli/nisbi/geçici gayb da denir. Akıl, bilgi ve duyularıyla bir şey öğrenildikten sonra artık gayb olmaktan çıkmış olur. Yani aslında var olan müşahede edilebilen ve diğer insanların bilgiyle ulaştıkları-ulaşabildikleri fakat kişinin daha henüz ulaşamadığı her şey o kişi için gaybtır.
Bir de Rahman’ın vahiyle bildirmesi dışında insanın hiçbir şekilde bilmesi mümkün olmayan gayb vardır ki buna da mutlak gayb denir. Bunu bilmenin tek yolu vahyin bildirmesidir. Bu da ancak Resul/Nebilere bildirilir. Yani vahiy sadece peygamberlere gelir. Evren ve içindekiler, görülen/şehadet ve görülmeyen/gayb alemi olmak üzere ikiye ayrılır. Rabbimiz, her şeyi yaratan ve kuşatan olduğu için her iki alemi de bilmektedir. ‘’İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O’dur.’’ 32/6 İnsan, görünen/şehadet aleminden ancak aklı, bilgisi ve duyularıyla ulaşabildiği-öğrenebildiği şeyleri bilir. Mesela insan için gelecek gaybtır, bilinmezdir. ‘’Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.’’ 31/LOKMAN/34
‘’De ki: “Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.” 7/A’RAF/188
‘’De ki: “Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.” 46/AHKAF/9
‘’De ki: “Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam.” De ki: “Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?” 6/EN’AM/50
‘’De ki: “Kendisine acele etmekte olduğunuz şey benim yanımda olsaydı, benimle aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu. Allah zulmedenleri en iyi bilendir. Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.’’ 6/EN’AM/58,59
Kur’an, gaybı ancak Allah’ın bildiğini, ‘’O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)’’ 72/26 Kur’an, elçilerin davetlerinin kaynağını muhatapları nezdinde Allah’tan geldiğinin bilinmesi için ‘vahiyle’ gaybı bilgilerin bir kısmını seçtiği peygamberlere bildirdiğini beyan eder. ‘’Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir.’’ 72/CİN/27,28
Allah’ın elçilerine bir kısım gaybı bilgileri vahiyle bildirmesinin dışında, peygamber de olsalar, insanların, cinlerin, meleklerin kendiliklerinden (kendi istek ve arzularıyla) gaybı bilmeleri mümkün değildir. ‘’De ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar.” 27/NEML/65
Peygamberlerin tümüne gaybı bilgilerin bir kısmı vahiyle bildirilmiştir.
‘’Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem’i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur’a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.’’ 3/AL-İİMRAN/44
‘’Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.’’ 11/HUD/49
‘’Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf’un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.’’ 12/YUSUF/102 Bu ve benzeri ayetlerde belirtildiği gibi, elçilerin sahip olduğu gaybı bilgi, kendilerine Rabbimizin indirdiği vahyettiği gaybi bilgilerdir.
Mü’minler, afakta ve enfüste yaratılanlardan yola çıkarak ve kendilerine verilen kalp/akıl ve duyu yetileriyle müşahade ettikleri muhteşem varlık alemini ve onun yegane yaratıcısı olan Rahman’ı görmeden iman ederler ve teslim olurlar. ‘’Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden’içleri titremekte olanlardır.’’ 21/ENBİYA/49
Mü’minler, Allah’ın kudretine ve indirdiği vahye şeriksiz-şeksiz/şüphesiz iman ederler. 2/BAKARA/2…5
Mü’minler, Allah’ın elçisi aracılığıyla ilettiği vahye/Kur’an’a iman ederler ve verdiği gayba dair bilgilerle yetinirler ve gayba asla ve kat’a taş atmazlar. 32/SEBE/50…54
Allah’ın pak dini olan İslam’la tanış olmayan cahiliye toplumlarında yaşayan veya cahiliye inanç ve kültürlerinden yeterince arınmamış, Tevhidi inançla zihinlerini inşa etmemiş ve kendilerini İslam’a nisbet eden toplumlarda büyücü, kahin, falcı, astrolog, medyum, cinci, keramet sahibi gibi isimlerle anılan meçhulü bildiklerini ve gayb’dan haber verdiklerini söyleyenler zelil yalancılardır.
Cinlerle temas ettiğini söyleyerek gaybı/bilinmeyeni bildiklerini söyleyenler, (kaldı ki cinler de gaybı bilemezler) aklı kıt olanları aldatarak/kandırarak insanları sömürmektedirler. Kaldı ki, cinlerle paslaşarak gaybı bildiklerini iddia eden müneccim, medyum, kahin, astrolog, falcı, cinci, zavallı-zelil mahluklar önce kendilerini her türlü kazadan-beladan korurlardı. Yeryüzünün gizli hazine ve definelerini bulur ve dünyanın en zengini olurlardı. Oysa bu zelil mahluklar kandırdıkları insanlardan aldıkları üç kuruş paralarla hayatlarını sürdürebilmektedirler.
Kendilerini İslam’a nisbet edenlerin maalesef yanlış/bozuk din algılarından dolayı erenler, evliyalar, şeyhler, mürşidler olarak tanımladıkları kişilerin gaybı/bilinmeyeni, geleceği bildiklerine inanarak vahiyle ters düşmeleri söz konusudur. Bu inançlarını savunma adına ‘’Allah bildirirse bilir’’ diyerek Allah’a saygısızlık ettiklerinin farkında olmazlar. Oysa Rabbimiz ‘’Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir’’ diyerek gaybı bilgilerin bir kısmını ‘VAHİYLE’ elçilerine bildirdiğini beyan etmektedir. Bildirme nedenini de ‘’Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin.’’ 72/28 Yani insanların nezdinde vahyin bildirdiği gaybı bilgilerin elçilere Allah tarafından geldiğini idrak etmeleri içindir.
Hz. Aişe (r. anha) validemiz ‘’Kim peygamberin gaybı bildiğini iddia ederse ona iftira atmış olur’’ buyurmaktadır. (Buhari ve Müslim)
Allah’ın Resulü kendi istek ve arzusuyla gaybı bilebilseydi bunu en çok ‘ifk’ hadisesinde kullanır ve üzülmezdi.
‘’Sizler davalarınızı bana getiriyorsunuz, biriniz delilini diğerinden daha açık ortaya koyabilir, sözlerine bakarak kimin lehine kardeşinin hakkından bir şeye hüküm verirsem, kendisine ateşten bir parça kestiğimi bilsin ve sakın almasın’’ (Buhari ‘şehadat’) buyurulmaktadır.
Tefsir kaynaklarının aktardığına göre Übeyrik oğullarından Ebu Ti’me, Rifaa adında yeni Müslüman olmuş birinin un çuvalında koruduğu silah ve zırhını çalar. Önce evine gizler, bulunmasından korkarak götürüp bir Yahudi’ye rehin bırakır. Un izleri kendi evini gösterince Yahudi’ye iftira atar. Resulullah, tam zırh kendi yanında bulunan Yahudi aleyhine hüküm verecekken, olayın iç yüzünü ortaya koyan ve Hz. Peygamberi uyaran şu ayetler inzal olur.
‘’Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için Biz sana kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. Ve Allah’tan bağışlanma dile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez. Onlar, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi’geceleri düzenleyip kurarlarken,’ onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. İşte siz böylesiniz; dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Peki kıyamet günü onlardan yana Allah’a mücadele edecek kimdir? Ya da onlara vekil olacak kimdir?’’ 4/NİSA/105…109
Hz. Nebi’nin bu olayda gerçek suçlunun kimliğini bilememiş olması hem garip değildir hem de haşa onu küçültmez. Çünkü Nebi hiçbir zaman ‘ben her şeyi bilirim’ iddiasında bulunmamıştır.
Hz. Nebinin vahiyle kendisine bildirilenlerin dışında gayba dair bilgisinin olmadığını anlatan veciz örneklerden birisidir. Ayrıca yalan söyleyerek ve aslı olmayan delillerle insanları aldatmak/kandırmak mümkün iken, insana şah damarından daha yakın olan Allah’tan bir şeyleri saklamanın mümkün olmayacağı beyan edilmektedir. Adaletin zirve noktası Allah’ın her şeye şahid olduğunu bilerek, iman ederek hareket etmektir.
Erenlere, şeyhlere, evliyalara vahiy gelmediğine/gelmeyeceğine göre, vahiyle gaybı bilgi verilmediğine göre onların gaybı bilebileceklerini söylemek-inanmak Allah’a iftira atmaktır. Peygamberler dahi vahiyle kendilerine verilen gaybı bilgilerle yetinirken ve bunun dışında gayba dair bir şey bilmediklerini-bilemeyeceklerini söylerken, kendilerini İslam’a nisbet edenlerin bu hadsizliği, vurdum duymazlığı asla mazur karşılanabilecek bir şey değildir. ‘’Allah, elçileri toplayacağı gün, şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir?” Onlar da: “Bizim bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.” 5/MAİDE/109
Allah’ın Resulü gaybı bilmediği için Taif’te taşlandı, Uhud’da yaralandı. Resul gaybı bilseydi Bi’r’i maune olayı yaşanmazdı ve davetçi yetmiş yiğit müslüman müşriklerin kurduğu tuzak neticesinde katledilmezlerdi.
Gayba taş atılmasıyla ilgili vahiy algısının erozyona uğradığı-uğratıldığı sahalardan bir tanesi de kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgili gayba taş atma girişimleridir. Kimileri ebced hesabıyla, kimileri ürettikleri şifrelerle, kimileri uydurulan hadislerle, kimileri dünyadaki iklim değişiklerini baz alan bilimsel! yaklaşımlarla akıllarınca/zanlarınca/hayalleriyle kurgulayarak kıyamete adeta ömür biçmektedirler. Bu tam manasıyla gayba taş atmaktır ve elçilere dahi bildirilmeyen gaybı bilgiyi, hadlerini aşarak düşünsel üretim yapmakta, tahmin yürütebilmektedirler. Oysa Rabbimiz kıyametin apansız kopacağını ve ne zaman kopacağının bilgisinin kimseye verilmediğini ve bu bilgiye ulaşabilmenin kimsenin haddine olmadığını-olamayacağını beyan etmektedir.
‘’Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.” Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Allah’ın Katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.’’ 7/187
‘’Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah herşeye güç yetirendir.’’ 16/NAHL/77
‘’Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar?’’ 47/18
Nebilerin dahi gaybı bilmedikleri vahiyde bildirilirken, nebilerin takipçileri olduğunu iddia edenlerin gayba taş atma hadsizliğine girmeleri, vahiyde bildirilenlerle yetinmemeleri ve sürekli gizemli sahalarda dolaşarak kendilerini ayrıcalıklı olarak görmeleri-göstermeleri ne kendilerine ne de muhataplarına hayır getirmediği gibi, tehlikeli bir vadiye doğru yürümeleri söz konusudur.
Özetle; vahyin bildirdiği gaybi haberlerin dışında gündeme getirilen ve “gayba taş atmak” demek olacak olan her girişim ve yöneliş bâtıldır, buna yeltenenlerin iyi niyeti kendilerini kurtarmaya yetmeyecek ve hadlerini aşmaları dolayısıyla hesaba çekileceklerdir. kemal songür)))
FikirYorum 28 Ara 2024
Aleyküm selam güzel insan..
Bir iki hususta katkı yapıp, lafı uzatmayacağım.
Meallerdeki tenakuzun rivayetlere, mezheplere vs. kıyasla az olduğunu söylüyorsunuz. ‘’Kur’an’dan hüküm çıkarmak’’ ve Kur’anın zihniyete, hayata yön vermesi noktasından düşünürsen derin tenakuz ne demek, daha iyi anlaşılır. Soru şu: Sadece kitap dedikleri halde -ki bu modern ve sapık bir düşüncedir- haşa kitap, hem de Allah’ın Kitap’ı müntesiplerini, muhiplerini, mensuplarının neredeyse tamamını (!) nasıl oluyor da Kemalist, laik, batıcı ve hurafeci düzenin yıkama yağlamacısı, payandası yapabiliyor, iyi düşünmek gerekir.
Abdestin farzı dört müydü, beş miydi ihtilafı bunun yanında solda sıfır kalır. Birisi esasa dairdir, hatta yeni bir din icadına götürür, diğeri ise fıkhi, basit bir farklılıktır.
Bakara 193 için yaptığınız açıklama gene ikna edici değil kanaatimce..
Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın ayetindeki ‘’savaş’’ kavramını ehven geçiştirirken, la ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaş hadisindeki savaş birdenbire ölüme, öldürülmeye evrilmiş oluyor! Terazimiz doğru tartmalı.
Yukarıda geçen Resulullah hadisinin sahih olduğunda ihtilafı olmayan Müslüman ümmetten, ümmet alimlerinden hiç kimse, ashabın gününden beri ‘haydii la ilahe illallah demeyeni öldürelim, dinin emri böyledir’ demedi. Neden? Madem anlam açık, niçin hadisle amel etmediler?
Aksine bu hadise inanan Müslümanlar zımmet fıkhı oluşturdu, dünyaya adalet dağıttı, fitneyi yok etmeye çabaladı.
Bunun ötesi zorlama olmaz mı?
Resulullah’ın Bi’rimaune olayında gaybı bilmemesi, ifk hadisesini kestirememesi, Müslüman inancının temeliyle münasiptir. Müslümanların ilk günden beri temel inancı ‘’LA İLAHE İLLALLAH, MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULUHU’’dur.
Yani ilah bellidir ve tektir, Muhammed ise Allahın kulu ve elçisidir. Allahın kulu olan Muhammed, bizim gibi bir insandır. İnsani ihtiyaçları, görüşleri ve tutumları vardır. Bu yönüyle Ona ister uyar, isterse uymayız. Bir de Onun Resul ve Nebi yönü var. Bu yönüyle bizler ağzımızla kuş tutsak O’nun gibi olamayız. Allahın Peygamberi, seçtiği kimse olarak söylediği şeyler, Allah’tandır. Ona karşı çıkmak, Allaha karşı çıkmaktır.
Recm ayetinin keçi tarafından yenilmesi, Hz. Aişe’nin evlilik yaşı ile ilgili günümüzde cari olan, amaçlı dedikodulara ise şimdilik girmek istemiyorum.
Allah’a emanet..
Mehmet Ortakaya
FikirYorum 29 Ara 2024
Eyvallah Mehmet kardeşim, bu konuda anlaşamayacağımız ortadadır, kıstas, mihenk ölçümüz ve önceliğimiz farklı gibi, şahsen furkan vasfını Kur’an’a tevdi edenlerdenim, hadis kritiği haşa Resulullahı kritik etmek değildir, bilakis insan eli ürünü olan aktarımları vahyin gölgesine sığınarak Resulullaha titizlenmektir, bu münazarayı noktalamış olalım, biz kardeşiz, Allah’a emanet olunuz. selam ve dua ile.. Kemal Songür