20. yy. da Müslüman memleketlerdeki İslam gayretiyle oluşan cemiyetleri komplo teorileriyle ilişkilendirme, onları yeşil kuşak projeleriyle bağlantılı, 1947’den 1991’e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginlik, yani soğuk savaş sonrası oluşumları olarak yaftalama zaman zaman provokatif biçimde gündem edilir. Fakat açıkça ortada olan bir husus var ki müslüman memleketler mensup oldukları dine, hayat tarzlarına zıt yaşam biçimlerine zorlanmışlardır. Bu da mensubiyetleriyle pratik yaşamın içindeki gerilimleri yaşayan rahatsız, büyük bir kitlenin oluşumuna sebep olmaktadır. Bir diğer temel gerilim de tüm dünyayı kapsayan, insan fıtratına zıt cahili yaşam pratiğinin insanın yaratılışı üzerinde oluşturduğu gerilim ve çatışma halidir. Aslında ne bu zorlanılan gündelik yaşam ne de modernitenin değerleri varoluşun gerçekliği değil. Gelinen noktada insan yaratılışı ve doğayla yaşanan çatışma ve ortadaki “fesad” varlığın gerçekliğinin bu gelinen hal olmadığının göstergesidir.
Bu gerilimlerin oluşturduğu potansiyel, bir dizi itiraz hareketinin başlangıç enerjisi için yeter de artar. Fakat bunun devamı için gerekli olan sadece enerji değildir. Fikri-siyasi derinlik, doğru söylem, doğru bir dil ve insan ilişkisi biçimi, hareketin güvenliği vb. gibi bir dizi gereklilikle donanmış olma ve bunların üzerine bina edilmiş doğru strateji onu devam eder duruma getirebilir. Ayrıca bu gerekliliklerin eksikliği tek sorun da değildir. Var olan gerilimin ürettiği enerjiyi devşirmeye hevesli, makro planda devletten, onun kurumlarından, siyasi partilerden; mikro planda kişilere kadar kötü niyetli nefsîlikler ve manipülasyonlar vs. muhtemel başa çıkmak gereken sorunlardır.
Müslümanlık açısından aşılması gereken kilit bir konu, değerleriyle önüne konan, zorunda bırakıldığı gündelik yaşam arasındaki çelişki karşısında fikri manada çözümlemeler yaparak çıkış yollarına ulaşma konusunda teorik açıdan yaşanan yetersizliktir. Değerleriyle pratik dünya arasındaki çatışma onda bir itiraz enerjisi üretse de mensup olduğu değerlerle kurgulanmış pratik hayatın arasındaki çatışmayı, mensubiyeti lehine düzeltecek stratejiyi üretememektedir. Dolayısıyla var olan potansiyel, düşünsel karmaşa içinde parçalara ayrılarak her türlü manipülasyona daha da açık duruma düşmektedir.
Bu konuda suçlamalar ve hamaset içeren serzenişlerden ziyade sakin, gerçekçi analizler yapılmasına gereksinim olduğu açıktır. Toplumun ana gövdesinin bu durumda ve durumun ana karakteristiği de manipülasyonlara açık halde tutulması halidir. Bu durum büyük ölçüde yönetim yapılarının iradeleri altında oluşturulmuştur. Karikatürize edersek onları devşiren veya manipüle edebilen devlet, ihtiyacı olduğunda kullanımına uygun yardımcı bir ek enerji olarak onları bir manada istihdam edebilmektedir. Organize devlet aklına karşı kitlesel kalabalıkların yönlendirmelere ve devşirilmelere karşı direnebilmelerini beklemek, onları bu konuda yargılamak hatalı ve haksız olacaktır.
Müslümanlığın büyük şaşkınlık ve arayış dönemi bitmeyecek kadar uzun gelmeye başlayınca İslami anlayış ve geleneksel değerleri gittikçe sertleşen bir kontrolden geçirilişe tabi tutularak, tarih ve gelenekle hesaplaşma üzerinden işe yarar çözümler arayışı sürdürülmeye çalışıldı. Başlangıçta dayatılan pratiklere direniş refleks olarak muhafazakâr bir cephe oluşumuna çanak tutsa da zaten muhafazakarlığın ilkesizliği Müslümanlığın değer saydıklarından gündelik hayat lehine vazgeçmesiyle sonuçlanıp devam edecek bir süreç başlatılmıştı.
Müslümanlığın manipülasyonlara karşı korunmasız hale düştüğü bu ortamda gerçeğin ne olduğu, gerçekte yaşananın neye tekabül ettiği anlaşılması zor bir bulmaca durumuna düşmüş. Öze dönme sloganlarıyla sürdürülen arayışlar, modern düşüncelerin etkisinde kalarak Müslümanlığın çağdaşlaştırılması gerektiği tartışmaları, özelde hadis, vahiy, sünnet gelenek tartışmaları vs. hep bu etki üzerinden değerlendirilebilir. Bu çözüm arayışı samimiyetine bürünen çabalar sonuçları itibariyle Müslümanlığın o veya bu taraftan devlet açısından kullanışlılığını arttırıp sürdüren negatif katkılar üretebiliyorlar.
Belki bir yerlerin aleti olmama, egemen yönetim yapılarının değirmenine su taşır duruma düşmemek için ortak düşünce öbekleri oluşturma önerilebilir. Fakat karşılaşılacak olan genel tablo bu manipülasyon karmaşaları arasında sağlıklı kritik imkânı üretemeyen cemaatler, egemen yönetimler tarafından kullanılmayı yaşamak ya da yok olmakla karşı karşıya kalacaklardır.
Modern -ulus- devletler tanrısal kurumlar durumunda, dini eğilimler ve diğer gereksinimler de bu duruma meşruiyet verecek şekilde sürdürülmek istenmektedir. Manipülasyonun çok görünür şekli de bu kutsallık ve güvenlik üzerinden işletilmektedir. Din, devletin kutsallığını ve diğer ihtiyaçlarında rızanın üretimi için ikna mekanizması olarak kullanılmaktadır. Değerleri ve gündelik hayat çelişkisini, çarpıklığını sözde gidermeye yönelik gayret, bu çatışmanın ana sebebi devlet tarafından manipüle edilmektedir. Devlet tarafından oluşturulan illüzyon ana sebep olan kendisini görünmez kılmakta; İslami hassasiyetlerden enerji bulan gayretler devletin yasallaştırmasıyla sıkıntıyı gidermeye yönlendirilmektedir. Bu paradoks bugün Müslümanca gayretlerin oluşup belirginleştiği birçok coğrafyada gözlenebilir.
İslami bir var oluşu mümkün kılmanın temel ihtiyacı enerjiden ziyade doğru strateji ve bu stratejiyi kurup onu pratiğe geçirecek çekirdek bir cemaattir. Kendisini doğru değerlendirebilen; içinde var olduğu sosyal siyasal ortamı özümseyip kavrayan bir cemaat, İslami hareketi mümkün kılar. Bunu sürdürebilmenin şartı da manipülasyonlara karşı dikkatli, kıvrak ve güvenlik de oluşturacak bir şura yapılanması, ayrıca harekete dair de doğru strateji geliştirebilecek derinliktir. Müslümanlığın stratejisinin temel iskeletiyle alakalı Hz. Peygamberin hayatı dikkatle kritik edilerek gerekli soyutlamalar yapılabilir.
Müslümanlığın akledişi, dolayısıyla bu eksende fiiliyata geçecek olan İslami hareketin, olan ile olması gereken konusuna bakışı: olması gerekenin olanı belirlemesi gerektiği yönündedir. Bütün peygamber örnekliklerinde vahyin müdahalesi pratik hayatı şekillendirmeye yönelik olarak etkendir. Ancak böylesi bir hareket İslami olma vasfıyla mümkün olur. Yoksa Peygamber örneklikleri ütopik itirazlar olarak anlaşılmamalıdır. Sapkın realiteye teslimiyete itirazı öğretmişler ve bu duruşu cennetle mükafatlandırılacak varlığın, kulluğun gereği olarak tanımlamışlardır. İslam’a giriş cümlesi olarak formüle edilen Tevhid cümlesi la ilahe diye bu itirazla başlar.