Hüseyin Alan
Harward üniversitesi bilim üretmekte, akademik tez yazmakta vs dünyada ilk beşte; yıllık bütçesi 40 milyar $ mış.
Bağışçıları Yahudi ağırlıklı..
Yuh! Altı üstü bir üniversite! Dünyada 100’ün üstünde devlet var bu bütçeye yakın veya bu kadar bütçesi olan.
Türkiyenin en büyük ilk 500 şirketinin toplam değeri 200 milyar $ civarı. Normal zamanlarda 300 oluyormuş.. Sonraki beş yüz şirket bir Harvard edebilir!
Demek ki birileri üç yüz, dörtyüz milyar $ yatırım yapsa koca bir ülke ve 90 milyon “köle” sahibi olacak!
Küresel kapitalist sistemde her hangi bir iktidara bu teklif yapılsa, pek çok ülkenin yapacağı gibi anlaşmaya oturabilir! Bu işlerde dönecek komisyonları düşününce!..
Küre çapında bakılınca itilmiş kakılmış, ezik büzük, yoksul cahil ülkeler arasında, orta boy bir ülke Türkiye!
İçerdeki batıcılar batının, diğerleri kendi sınıflarının “çavuşu”. Batı medeniyet hedefinde ve ittifakında tutunulan yer buraya kadar!..
Satılık köy levhaları vardı 1970’lerde doğuda, kente ikinci büyük göç dalgası başladığında;
O levhayı “satılık ülkeler” olarak yenilemeli! Eskiden “müstemleke” denirdi buna; şimdilerde egemen ve bağımsız ülkeler deniyor! Batılı “yatırımcılardan” aldıkları borçları, yeni borçlarla ödeyen ülkeler!
Amma bu işler eskisi gibi acıtırcasına, göze batırırcasına yapılmıyor. İktisadi lisan, hukuk dili ve siyasi jargonlarla yapılıyor..
Bizdeki örnekte görüleceği üzere son iki yılda dövizi olanlara, sonraki (şimdiki) bir yılda TL’ye dönenlere ve TL’si olanlara yüklüce faiz verdi, veriyor. Bir tür servet aktarımı bunun adı.
Böylesi “satış” müzayede salonlarında olduğu gibi kibar satıştır; profesyoneldir; herkes çakmaz!
Söylem tüm dünyada aynı: “Yapısal reform. Yatırım, üretim, istihdam, ihracat, kazanç” vs. Herkesin ikna edildiği biçim!..
Bi şeyi akılda tutarsak diğer her şeyi anlamak daha kolay mümkün olur:
Devlet etkisi yahut devlet dediğin şey önemlidir. Bu her görüşte, tutumda devlet söyleminin referans alınmasıdır.. Bundan kimler istifade eder?
Klasik devletlerde “krallar-sultanlar-halifeler ve adamları” istifade ederdi (ailesi-soyu-ırkı-mezhebi vs). Devlet mülktü, tapusu bunlarındı…
Klasik çağda ve siyaset tarihinde bunun genel değerlendirmesi şöyleydi;
“üstte kral var, bu sembolik ve meşruiyet temsilcisi. Yanında toprak sahibi aristokrasi var, bu servetin temsilcisi. Yanında kilise var, bu da tanrının dinin temsilcisi.
Modern çağa geçişte ve modern devletlerde mülk el değiştirdi, sahipleri değişti: (genelde) Askerler; tüccar sermaye, cumhuriyetçi elit ve yüksek bürokrasi.
Seçim, halkoyu, seçimle iktidarın değişimi falan derken partilerin bürokrasisi de mülke ortak oldu..
Mülkün sahipliği imtiyaz demektir; yasal dokunulmazlık, kaynaklara erişimde tekel demektir. Zenginlik ve yükselmek demektir.
Devletin bu niteliğini tanımazsak olup bitenleri anlamayız. Eğitimden sağlığa, alt yapıdan imara, vergiden gelir dağılımına, adaletten barışa, giyimden kuşama, evlilikten aileye.. kadar her şeye karışan, her şeyi düzenleyen devleti denklemin dışına çıkartanlar, dini de, ahlakı ve adaleti de toplumsala mal ederler! Toplumsalı kimin tayin ettiğinden habersiz cahillik bu!
Dolayısıyla devletin “ilerleme, kalkınma, zenginlik, refah, birey, özgürlük, demokrasi, serbest pazar” gibi sürekli tekrar ettiği söyleminin, ilkelerinin
Gerçekte kime, hangi zümreye, partiye, mezhebe, sınıfa vs yaradığını bilmek önemlidir.
Hukuki ve iktisadi ve dolayısıyla siyasi söylemler ve politikalar; her ülkede, devlet denenin sayesinde, belirli bir zümreye yarar.. İlerleyen kalkınan refaha erişenler hep bunlardır.
Ama bu yalanı öyle becerikli söylerler ki “ülkede herkes ilerler, kalkınır, refaha ulaşır!”..
Modernitenin en büyük yalanı, hep gelecek vaadidir; mevcut durumu, şu badireyi, kötü günleri atlatalım, az sabır, önümüz açık, yarın daha güzel olacak vaadidir! Bu herkesin yuttuğu, yutmak istediği en tatlı yalandır.
Çünkü modern çağda söylemle gerçek uyumlu değildir. Ne söyleniyorsa tersi yapılır, ne yapılıyorsa tersi söylenir.
Bu büyük yalanın mehdisi “zamanın ruhudur!”
O vaadedilen yarınlar çoğunluk için hiç gelmez. Ama çabuk unutulur ve hep tazelenir..
Her iktidar ve bileşenleri iktidarlarını uzatmak ister. İktidarın doğasında vardır bu. Türkiyede son iktidarın da vaatleri ve gelecek için dağıttığı umutların 2023’lere, 2053’lere, 2071’lere sarkıtması bu bağlamda anlamlıdır.
Bu vaadler uzun süreli vaadlerdir, kısaları zaten biliyorsunuz: 3’er yıllık orta vadeli kalkınma planları.. Hiç bir planın doğru çıktığı, öngörüldüğü gibi gerçekleşmediği görülür. Gerçekleşmeyecektirde!
Çünkü sistem böyle! Tüm dünyada böyle..
Sisteme dair bir iki söz edecek olursak söylemeli ki
Tüm dünya ülkelerinde nüfusun %1’i “efendi”, “söz sahibi”dir,
Bunların yardımcıları, ortakları iş takipçileri %4’dür.
Totalde %5.
Bu oran bazı ülkelerde %10’a kadar çıkabiliyor.
Ama aslolan %1’dir. Gerisi değişken.
Bu %10 içerde de dışarda da “tuzu kurular, kıyıya çıkanlar”dır; gerisi “köle”dir”. “Yeryüzünün lanetlileri”dir.
Köle kavramı kirli ve sicilli bir kelime olduğu ve olumsuzluk çağrıştırdığı için kullanılmaz. Çünkü “kölelik kaldırılmıştır!”
Yerine daha kibar ve olumluluk ifade eden kelimeler kullanılır:
“Birey, özgür yurttaş, sadık vatandaş, yüce millet, ilerici toplum, bağımsız ulus, kalkınmış halk..”
İşte bunlar umuda muhtaç, umutla avunmak isteyenlerdir. Çünkü pozisyonları ve yapısallıkları bunu icap ettirir.
Kölelerin çocukları özgür olamaz! Özgürlüğü tatmayan ve bilmeyenler kölelikten razıdırlar!
Çünkü köleler daha ana kucağındayken eğitilir. Okullar, askeri birlikler, cuma hutbeleri veya kiliselerdeki pazar vaazları, sosyal toplumsal yapı ve işleyişi köleliği normalleştirir. Kanıksatır.
Hele yok mu kölelerin içinden ara sıra bazılarını yukarılara tırmandırılması, ev içi kölelik denen, örnek olsun diye gösterilenler; akılları alır, hayale sürükler, herkesi
Firavun olmaya koşturur..
Türkiye’de %1’in servetinin toplamı, ülke servetinin %50’si.. Geri kalanı %99 paylaşıyor.
Davut peygambere gelen iki kardeş arasındaki %1’e %99 davası her zamanın davasıdır.