İngiliz emperyalistleri, kendisini merkeze alan doğu batı, güney kuzey ayırımlı dünya coğrafyası öğrettiklerinde
Kendilerini medeni ve uygar, geri kalanları ilkel ve barbar coğrafyanın insanları olarak kabul ettirecekti…
Sanayi devrimini İngilizler, siyasi devrimi Fransızlar yaptı. Teknolojiyi üretimde ve askeriyede kullanmaya başladıklarında dünyayı hem maddi olarak talan ve vurgunla, hem siyasi olarak dönüştürmeyi başardılar.
Ardından dünya global sistem içinde kapitalist, laik, ulusçu toplum ve ulus devletler halinde parsellenmiş; pozitivist bilgi, modern eğitim, seküler hukuk, ve kültür hakim ideoloji olarak tek kalmıştı.
Emperyalistlerin canilikleri vurgunculukları bir yana, başardıkları en önemli şey, kendileri dışındaki tüm insanları “alt insan türü” olduklarına ikna etmeleriydi.
Batılılar bunu kendi pratik hayatlarından, toplumsal siyasal ve iktisadi tarihlerinden biliyordu: Sınıflı toplum yapılarında “köle, kadın, köylü, işçi, yabancı” insan kategorisi ikincil varlık statüsüydü onlarda.
Alt insan türleri artık batı Avrupalı olmayanlardı. “Siyahları ülkeden atalım” diyen dünkü sömürge halkı orta Amerikalı beyazlarda bunların “döllemesiydi!”…
21. Yüzyıla kadar dünyada her şey emperyalistlerin lehine gitti! Arada uzak doğu sanayileşmiş, teknolojide dünkü efendi Batıya kafa tutmaya başlamış,
Ortadoğu’da Müslümanlık ideolojik olarak tam teslim alınamamış, yeniden yeşermeye başlamıştı.
Şimdi iki düşmanı vardı batılı emperyalizmin: biri maddi ölçekli, diğeri dini ideolojik temelli…
Maddi ölçekli düşmanla baş edilebilirdi, burda kaybedilse de dahi kapitalist sistemde hiyerarşi değişiminden başkası olmazdı. Batı buna zaten şerbetliydi. Uyum sağlardı.
Dini ideolojik temelli düşmansa tehlikeliydi. Burda kaybedilecek savaşta, kurdukları global dünya sistemi başlarına çöker; kendileri ikincil kategoriye, alt insan kümesine düşerdi. Hafızaları ve algıları böyleydi. Buna razı gelemezlerdi.
O halde öncelik dini ideolojik savaşı bitirmek olmalıydı…
Müslüman dünyayı maddi olarak yenmek onlar için kolaydı. Çünkü hükümetleri batı sistemi dahilindeydi; siyasi iktisadi ve kültürel kurumsal üyeleriydi; her biri global sistem lehine yarım kalmış reformları ikmal ediyorlardı.
İdeolojik savaşı kazanmanın yoluysa daha başkaydı: “Tarihsel tecrübe” de göstermişti ki düşmanı doğrudan karşına almak yerine, ondan görünüp kaleyi içerden fetih en doğrusuydu.
O halde amaca hizmet edecek zümreleri organize etmek, desteklemek; içerdeki minik düşünsel ve pratik çatışmaları büyütmek; düşmanı birbirine düşürmek; gerekirse hakem ve hami olarak devreye girmek.
İşbirlikçiler, kendileri lehine kazanacakları küçük hesabın büyük hesapta neye yaradığını anlamaz! İşin doğası bu!
Son 40 yıldır Ortadoğu’da olup bitenlerin arka planında yatan şey bu…
Operasyona uğrayan Müslüman milletlerin yaşadığı ülkelerde ilk yapılan işin, “tapu dairelerinin, nüfus müdürlüklerinin, kadim eserlerin, ideolojik sembollerin” imhası rast gele seçimler değildir.
Murad, müslüman hafızayı sıfırlamak, nesiller arası ideolojik bağları kopartmak, tarihsizleştirmektir. Bunun için iki nesillik süreç yeterlidir.
Cengiz Aytamov’un “mankurtlaşma” hikayesindeki barbarca uygulanan yöntemin sofistike/incelikli/medeni versiyonu!