Yüz seneden fazla geçti aradan. İngiliz Fransız liderliğinde Balkanlarda ve Ortadoğu’da toplumsal ve siyasal yeni bir mimari yapılalı. Bölge sakinleri yapı sökümüne uğratılmış, nazım plana uygun ada ve parsellerde yeniden yapılandırılmıştı.
Yeniden yapılandırılanlar Avusturya imparatorluğuna, Çarlık Rusya’sına, Osmanlı İmparatorluğuna dâhil milletlerdi, bağımsız parçalar halinde hayata yeniden başlamışlardı.
Balkanlarda Avusturya, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya gibi ortada Türkiye, Ortadoğu’da Mısır Irak Suriye Ürdün Suudi Arabiya tipik örneklerdi.
Bunların bir kısmı kaybettikleri büyüklükten elde kalanları muhafaza ederken (Türkiye Avusturya Bulgaristan gibi), bir kısmı yoktan kavuştuklarıyla mutlu olurken (Yunanistan, Mısır, Suudi gibi), kalan bir kısmı da arada derede yaşamaya başlayacaktı…
Siyasi ve iktisadi temelde çizilen o nazım plana dâhil ada ve parsellerin yerleşikleri, bir yüz sene imar iskan ve idari tanzim işlerine yoğunlaştı. Süreçte kırsaldan kente göçler, kentlerde nüfus artışları oldu. İlerleme kalkınma ve komşuluk ilişkilerinde rekabet ve uluslararası planda statü arayışı sorunlarıyla boğuşuldu. Tam düze çıkıldığı sanılırken son kırk yılda eski yapısallık ve düzenle artık gidilemeyeceği, gitmeye çalışan egemenlerin pozisyonunu kaybedeceği göründü!…
İkinci dünya savaşı sonrası dünyada patronaj değişimi olmuştu. Kentsel dönüşüm misali bu coğrafya yeniden siyasi ve iktisadi bir nazım plana sokuldu. Postmodern döneme geçişle beraber bölgesel ve yerel yeni yapılanma başlatıldı. Yapı sökümüne uğratılan yerleşikler bu plana uygun olarak yeniden yapılandırılmaya başlandı. Bu uğurda
“Balkanlaşma” ve “Lübnanlaşma” denen iki yöntemle iki farklı bir modellemeye gidildi…
İlk model uygulamaya girdiğinde Sovyetler parçalanacak, içinden görece özerk yeni cumhuriyetler çıkartılacaktı. Benzer şekilde Yugoslavya parçalandı, içinden görece altı yeni bağımsız devlet çıkartıldı.
Görece diyoruz çünkü bunların bağımsızlık teminatı patronajın hamiliğine bağlıydı!…
Ortadoğu’da uygulamaya sokulan “Lübnanlaşma” modellemesi siyasi birlik ve coğrafi bütünlüğü bozmadan, içerdeki etnik ve mezhebi/dini temelde ayrışmış gruplara parsel parsel mülkiyet dağıtımı, yönetimde oransal temsili ve yetki dağılımını içeriyor.
Amerika bunu “Osmanlı millet sistemi” olarak pazarlıyor. Yerleşik sakinlerin bir kısmı bunu “ümmetçilik”, başka bir kısmı etnik mezhebi temelde “özerklik-özgürlük” olarak algılıyor…
Balkanlarda ayrı Ortadoğu’da ayrı toplumsal ve siyasal mimarinin tercih edilmesi, tarihsel süreç ve toplumsal kültürel alışkanlıkla alakalı olduğu kadar,
Bundan çok daha fazlasıyla Balkanlaşma yöntemiyle Ortadoğu’nun kontrol edilemezliği ve yönetilemezliğiyle alakalıdır. Amerika’nın bu keşfinin bölge sakinlerince görülemiyor olması başlı başına bir garabettir…
Batı Avrupa’ya yakın bölgelerde yakın geçmişin aristokratik temelli feodal yapısallığı, kendine has toplumsal siyasal ve iktisadi düzeni ve özerk kent devletler geçmişi, Balkan milletleri için alışıldık bir durumdur. Balkanlaşma modeliyle yeni oluşan devletçikler nihayetinde geçmişteki aristokratların toprakları, yaşayanlarıysa onların bağlı köylüleriydiler.
Ortadoğu’daysa başka bir tarihsel ve toplumsal gelişme yaşanmıştı. Burada aristokrasi ve feodal düzen olmadı. Olan, merkezi devlet yapısı, farklılıkların güven içinde bir arada yaşamasını sağlayan toplumsal ve siyasal kültürdü.
Amerika’nın bu iki coğrafyada uyguladığı farklı siyasi yeni nazım planda, toplumsal ada ve parsel mimarisinde bu tarihsel tecrübe farkını dikkate aldığı ve lehine tevil ettiği söylenmeli…
Amerikalının Ortadoğu’da Osmanlı milletler sistemi olarak pazarladığı yeni siyasi ve toplumsal mimari, tarihsel ve kültürel tecrübeyi andırıyor görünebilir, bölge unsurlarınca uygun bulunuyor da olabilir.
Oysa bu siyasal ve toplumsal yeni mimarinin gerçekte Osmanlı milletler toplumu projesiyle niteliksel, kurucu irade ve maksat bakımından esastan farklı olduğu söylenmeli. Burası ayrı bir tartışma konusudur ama geçerken demeli ki
Projenin bölge sakinleri lehine değil Amerikan/İsrail menfaatine ve küresel sömürge düzeninin istikrarına uygunluğu tartışma götürmez.
Bunu anlamak için Lübnan’a bakmak kâfidir…
Bölge sakinlerinin çoğunluğunu oluşturan Müslümanların bu projeye müşteri olması, bir yandan ayıplı bir “alış veriş”, öte yandan kültürel bir “butlan”dır.
Başka bir açıdan bakıldığındaysa siyasal ve toplumsal mimari hususunda cahiliye dönemini tekrarlayan sığlıktır…
Kur’an nazil olalı 1500 yıl oldu. Müslümanlar iyisi kötüsüyle bu dünyada 1200 yıl devlet oldu. Çok dilli dinli kültürlü renkli milletleri uzun yüz yıllar yönetti. Küresel ölçekte daha adil bir siyasi ve toplumsal mimari yaptı. Son siyasi temsilci Osmanlı ortadan kaldırıldıktan sonra iki bölgede de o birlik, düzen, istikrar ve güvenlik bir daha sağlanamadı.
Amerikan İsrail menfaatine uygun projeye ve emperyalist sömürgeciliğin istikrarına müşteri olmakta ne? Bu nasıl bir siyasetsizlik ve hafızasızlıktır anlamak güç!…
Geçen yüzyılda İngiliz Fransız, II. Dünya savaşı sonrası Amerikan siyasi mimarisi içinde bölgede iktidarını ve imtiyazını sağlayan
Krallar, liderler, başkanlar, şeyhler, şefler, şıhlar, generaller.. ve bunların ortakçıları ve destekçileri .. mevcut pozisyonlarını, siyasi iktisadi çıkar ve yasal imtiyazlarını
Bırakacaklar ve Osmanlı milletler sistemi içinde herkes gibi adil muameleye razı gelecek, ahaliden birinin şikâyeti üzerine herkes gibi yargılanabilecekler!
Buna akıl erdirebilen varsa öne çıksın! Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuyor yani!